KONUŞAN BEN OLURSAM

“Haydi söyle artık” dedim arkadaşıma, “dünden bu yana yeteri kadar meraklandırdın”. Arkadaşım fakültenin psikiyatri kürsüsünde asistandı, ben ise dahiliye servisinde. “Size bir sürprizim var” demişti bir gün evvel “müthiş bir sürpriz!..”. “Eee söyleyiver” dedim.. “Yarın” deyip ayrıldı yanımdan.

“Bugün de söylemezsen ayıp edersin” dedim. “Tamam” dedi ve başladı…

“ Bizim hocamızın uzun zamandır süren bir araştırması var. Gizli olduğu için duymamışsındır.”

“Niçin gizli?” diye sordum.

“ Emniyet ile birlikte yapıyor çalışmayı da ondan” dedi, merakımı iyice tahrik etmek ister gibi…

“ Hocamızın uzun zamandır bir düşüncesi vardı. Zaman zaman anlatırdı bize: “İnsan hafızasına her şey kaydediliyor, o kasetin düğmesine basacak bir ilaç yapabilsek, o istemese de, o güne kadar başından geçen her şeyi kendi ağzından dinleyebiliriz. Tabii, böyle şeylere tıp hukukla birlikte karar verebilir. İnsan , yaptıklarını anlatırken o günleri tekrar yaşayacaktır. Eğer o andaki ruh halini de bir ekran aracılığı ile seyredebilirsek, hangi şeyleri nasıl bir ruh hali ile yaptığını apaçık görmüş oluruz”. Biz, biraz da bilim kurgu tarzında bulduğumuz bu düşüncelerin, hocanın aklına yeni yeni geldiğini sanmıştık. Meğer, hoca çalışmasını bu merhaleye getirdikten sonra bize açmaya başlamış. Farmakoloji hocasıyla aylardır kafa kafaya çalışması da bu ilacı elde edebilmek içinmiş… Geçtiğimiz günlerde birkaç deneme yaptılar. Netice oldukça başarılı idi. En son deneyde beni de içeriye aldılar. Duyduklarıma, gördüklerime inanamadım, aklım durdu. Bugünkü denemeyi seyretmeye senin için de müsaade aldım hocadan… Haydi, geç kalmayalım”.

Aman Allahım, şaka mı yapıyordu…

“Bak” dedim yürüken, “psikiyatriyle uğraşanlarda az buçuk bazı ayrılıklar vardır, sakın bu da öyle bir şey olmasın.”

Gülümsedi ve sadece “sabret” dedi.

Bu iş için hazırlanmış özel bölmeye girdiğimizde, bizim hoca da oradaydı. Göz göze geldik.

“İkinci gelişi” dedi arkadaşım, bizim profesör için.

İçerde, arkadaşımın hocası olan psikiyatri kürsüsü başkanı, fakülteden birkaç profesör, başhemşire ve üniformalı insanlar vardı.

“Başlayalım isterseniz” dedi hoca kendinden emin bir halde… Üniformalılardan olumlu işaret gelince, deney başladı.

Deney, suçluluğundan şüphe edilen biri üzerinde yapılıyordu. Zanlı, bizim bulunduğumuz yerle camdan bir duvarın ayırdığı özel bölmeye, bir polis tarafından getirildi. O bölmedeki en küçük bir çıtırtıyı bile duyabileceğimiz bir şekilde mikrofonlar ve vericiler ayarlanmıştı. Yukarıda, zanlının ulaşmayacağın mesafede dev bir ekran vardı. Hoca , başhemşire ile birlikte zanlının bulunduğu bölmeye geçti. “İğneyi yapın” dedi. Zanlının kolundan damar içine yapılan enjeksiyonun bitmesini bekledi. O esnada da zanlıdaki değişiklikleri takip ediyordu. Daha sonra kendisi, ekranlı cihazdan gelen bir kısım kabloları, adamın kolunda, kafasında daha önceden belirlenmiş yerlere bağladı.

Her şey hazırdı artık… Profesör, hemşire ve polis odadan çıktı.

Profesör, bizim yanımızda, uzaktan kumanda ile ekranlı cihazı çalıştırdı. Ekranda, bir anlam veremediğim karışık görüntüler belirdi. Adam, şok olmuş gibi şaşkın bakıyordu bizlere…

Profesör, “Çocukluğundan itibaren başından geçen, utandığın, sıkıldığın, pişman olduğun hadiseleri anlat bize” dedi.

Gözleri iri iri açıldı adamın… Dehşete kapıldı, anlatmak istemiyordu. Fakat, ilaç belleğindeki o düğmeye dokunmuştu bir kere… Bir kısım duyguları “anlatma!” diye çırpınsa da, konuşacaktı. Buna mecburdu.

Ekranda bir çocuk göründü evvela…Ve adam konuşmaya başladı. Fakir, cahil bir ailenin çocuğuydu. Daha o günlerden başladığı hırsızlıkların, uygunsuz hallerini anlattı bir bir… Renkten renge giriyor, terliyor ama yine de devam ediyordu. Bizim ekrandan gördüğümüz seyrettiğimiz görüntüler çok farklı idi. Biz, adamın ruh halini seyrettiğimiz için, inanılmaz görüntülere şahit oluyorduk.

İşlediği suçların ve davranışlarının mahiyetine göre, bazen vahşi bir kurt, bir çakal görünüyordu ekranda… Ağzından kanlar damlıyor, suratındaki dişler kocamanlaşıyor, elleri, tırnakları uzuyordu. Bazen , yaptığı sefih ve tiksindirici bir şeyi anlatırken , iğrenç bir manzara oluşuyor, içi dışına çevriliyor, sireti suretine aksediyordu. Önce çıldırmış bir yaratık görünüyor, sonra adam sakinleşince vicdan azabı duyuyor, o esnada kendini en habis, en aşağılık bir varlık gibi hissediyor, gözleri dışarı fırlıyor, bağırsakları etrafa saçılıyor, bir pelte bir irin yığını haline geliyor, midemizi bulandırıyordu.

Adama acımaya başlamıştım, ama profesörün acımaya niyeti yoktu. O vazifesini yapmanın ciddiyetiyle hareket ediyor, adamın bütün hayatını deşeliyordu. Ne sorulursa en ince ayrıntısına kadar anlatıyordu zavallı adam. İstemiyor, ama anlatıyordu. Adeta kendisi kendisinin şahidi olmuştu. Adamın, kapalı kapılar arkasında, kimsenin görmediği yerlerde, kuytularda, karanlıklarda yaptığı her şeyi hem kulağımızla duyuyor, hem gözlerimizle görüyorduk… Bitmişti adam… İçinden geçenleri bile söylüyordu mazisini anlatırken. Çocukluğunda utançla duyduğu ilk hislerine, kaçamaklarına kadar…

Ve sonunda beklenen şeye gelmişti. Polislerin aradığı, yaşlı bir kadını öldüren, kollarını kesip bileziklerini alan o muydu? Adam, anlatmaya başladığında polisiye bir film seyrediyor gibi olmuştuk.

Cehaletini , terbiye edilmeyip hep tahrik edildiğini, vahşiliğe alıştığını söylüyordu.

Kadının evine girerken, süklüm püklüm bir hayvan vardı ekranda…Öldürürken, yırtıcı, vahşi bir yaratık… Kollarının keserken de , kan emen bir vampir…

Gördüklerime inanamıyordum. İçim titriyordu.

Adamın hafıza defterinin açılması… Kayıtların bizzat kendi ağzından okunması… Müthiş bir şeydi bu! Artık sorgulamanın sonuna gelinmişti. İlacın tesiri geçiyor, adam yavaş yavaş kendine geliyordu. Ben ise hala şaşkın ve gördüklerimin tesiriyle sarhoş gibiydim. “ İyi ki” diyordum içimden, “İyi ki herhangi bir iftiraya maruz kalmadım… Ya aynı şeye ben maruz kalsaydım… Ya hayat defterim dökülüp saçılsaydı ortaya… Ya insanlar benim gizli hallerime de vakıf olsalardı. Çıldırır, delirir, yerin dibine girebilirdim… Hayır, kendi defterimi kendim okumak istemezdim.” O anda, “keşke” dedim, “bu güne kadar daha dikkatli yaşasaydım. Profesör filan korkutmasaydı gözümü, utanacağım bir şey olmasaydı defterimde!.. Olabilir miydi?

Ben tam böyle düşünürken, profesör yanıma geldi. Topluluğa “ister misiniz, aynı deneyi, içimizden bir arkadaşımızın üzerinde tekrarlayalım?” dedi. Kısa bir tereddüt ve duraklamadan sonra, çekinerek de olsa, “Olabilir” sesleri yükseldi topluluktan. Olabilir miydi? Bilemeyeceğim ama, bunu söylerken ne diye bana bakıyordu ve ne için yanıma kadar gelmişti? Ben dehşet içindeyken bir de “Hı, ne dersin evladım?” demesin mi?

“Hayır!” diye bağırdım var gücümle. “Hayır!”.

Bir an terleyen alnımda, serin, tanıdık bir el hissettim. “Sakin ol oğlum, rüya görüyorsun” diyordu annem.

“Ooooh!” dedim, “çok şükür rüyaymış”

Akşam, böyle şeyleri düşünerek dalmıştım uykuya… Demek düşündüklerim düşüme girmişti…

Ama bir gün hafızalarımızda kaydedilenlerin kendimize okutulacağı o gün gelirse… Nice olurdu halimiz…

“Keşke” dedim kendi kendime, “şu defteri baştan yazmak mümkün olsaydı”.